25 Mart 2012 Pazar

Allah der ki: "Kimi benden çok seversen, onu senden alırım." ve ekler:


Allah der ki: "Kimi benden çok seversen, onu senden alırım." ve ekler: "Onsuz ya...şayamam deme, seni onsuz da yaşatırım." ve mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur.. Aklın şaşar, dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dost olur, öyle garip bir dünya.. Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur.. Düşmem dersin düşersin, şaşmam dersin şaşarsın. En garibi de budur ya.. Öldüm der durur, yine de yaşarsın..!

13 Mart 2012 Salı

Affet Beni Evren!


Size de artık “iyi düşün, iyi olsun” felsefesinin binlerce versiyonunu duymaktan fenalık gelmedi mi?
Sahiden gelmedi mi?
Çünkü eğer gelmediyse, bu yazıyı okumaya devam etmenizin hiçbir anlamı yok!
Siz kafanızda kurduğunuz tozpembe dünyanın, bir gün gerçek olacağını düşünüp, hiçbir şey yapmadan mutlu olmak için çabalamaya devam edebilirsiniz.
Ama eğer artık o felsefi akımlardan size gına geldiyse…
…Benim dünyama hoş geldiniz!…
Çünkü ben realist dünyama, o tozpembe bulutlarla çevrili hayal cümlelerini sokmaya çalıştıkça daha da gerilmeye başladım.
İnanın denedim… Üstelik tüm içtenliğimle.
İtiraf ediyorum ki; bir süre olumlama yaptım ya da farkındalığımı fark etmeye çalıştım…
İronik olan ne biliyor musunuz? Farkındalığın öyle çalışarak fark edilmeyecek bir şey olduğunu ise, en realist aklımla başardığım şeyler sayesinde anladım.
Yani anlayacağınız ben de secret gezegeninin etrafında şöyle bir dolaştım ama karaya iniş yapıp oraya hiç ayak basmadım.
Mesela hayalimdeki pembe panjurlu evin ya da gelinliğin resimlerini dergilerden kesip odamın bir köşesine hiç asmadım…
Ya da hiç var olmayan bir insan için hayalimdeki sevgiliyi yaratmadım.
Her sabah aynaya bakıp “kendimi seviyorum.”, “ah ne kadar da mutluyum” diyerek kendime olan güvenimi bu saçma yolla kazanmaya da çalışmadım.
Mutsuz zamanlarımda “ayyy ne kadar mutluyum, mutsuzum deyip evrene yanlış mesaj göndermemeliyim.” de demedim.
Ağzımdan çıkan olumsuzlukların evrenin bilmem neresinde büyüyüp büyüyüp, zamanı gelince benden intikam almak üzere geri geleceklerine inanmadım anlayacağınız.
Peki ben ne mi yaptım?
Yaşamam gereken her şeyi, yaşamam gereken şekilde yaşadım!
Mutsuzsam mutsuzum dedim, yalnızsam yalnızım… Olumlu ya da olumsuz hayatın bana sunduğu her şeyi saygıyla kabul edip hakkını vere vere yaşadım.
Yani canım ne istiyorsa öyle davrandım. Felsefik kurallara takılmadım ve kaide tanımadım. Duygularımı inkar edip de evreni kandırmak için olmadığım bir kişiliğe bürünmedim.
İşte bu yüzden şimdilerde bolca gördüğüm; mutsuzluk içinde kıvranmasına rağmen mutluymuş gibi yapan ve hiç yaşamadığı bir dünyada yaşadığını farz eden şizofrene bağlamış kadın milletinden hiç olmadım.
Ve ne oldu bilin bakalım?
Bu saçma mutluluk oyununu kendi kurallarımla oynamaya başladığım an; gerçek farkındalığımın farkına vardım.
Mutluluğun evrende değil, beynimde biten bir şey olduğunu anladım. İyi şeyler istediğimde onları düşünüp düşünüp hayal kurmaktansa harekete geçip onları gerçekleştirmeye çalıştım.
Ve evrenin gerçek çalışma mekanizmasını bunları yaptığım an keşfettim!
Evren aslında kafamızda tasarlayıp da büyük bir istikrarla isteyip durduğumuz, olur olmaz her şeyi bize paketleyip göndermiyordu…
Evet bazı hayallerimiz, bazı zamanlarda çok da şaşılacak şekilde gerçek oluyordu ve belki de bu evrenin oyunuydu ama…
Bunlar bizim öyle kafamıza estiği gibi istememizle olmuyordu!

Çünkü evren biz ne zaman……………………………………………………………istersek, işte o zaman dileklerimizi gerçekleştiriyordu.
Size bu çok özel sırrı açıklayacağımı gerçekten düşünmediniz değil mi?
Çünkü ben bu sırrı bencilce kendime saklıyorum.

Affet beni evren!

Işte O His…



Huzur… Mutluluk… Hafiflik…
Birinin karşısında tüm maskelerini çıkardığın o an…
Ne soğuk kadın olursun, ne güçlü kadın o saatten sonra, ne kompleksiz kadın olursun ne de ulaşılmaz… Her ne masken varsa taktığın uçar gider onun yanında. Çatlak kadın olursun biraz, çocuk kadın, arsız, tutkulu kadın, takıntılı, kompleksli hatta ojesiz, fönsüz kadın… Neyse içinde gerçekten yaşattığın, bastırdığın, saklamayı seçtiğin, tüm o gizli kapaklı fırtınaların ortaya dökülür tek tek … Ondandır güçsüzlüğün, kalkanlarını bırakmışsındır bir kere, çırılçıplaksındır artık birinin önünde… Ondandır korkuların çünkü bilirsin ki daha çok canın yanar kalkanların olmadan, kalbin daha çok kanar… Ne zordur atmak o maskelerini, göstermek asıl halini ve ne umursamazdır, ne hafif… Maskesiz kahkahaların da daha gerçektir, gözyaşlarında. Kalbin ortadadır işte al götür der gibi… Al götür, gözün gibi bak hatta kır, dök, saç, yeter ki sende kalsın!
Ah be kadın naptın, yapılır mı böyle şey, bırakılır mı bütün maskeler bir yana ve indirilir mi hiç bütün kalkanlar birinin yanında?.. demezsin bile, aklına gelmez, umrunda olmaz.
Sevmek istersin, sevilmek, aşık olmak, aşka düşmek, mutlu olmak istersin, mutluluğuna şaşmak hatta şaşıp kalmak, kaybetmekten korkmak, o korkuyu taa iliklerinde hissetmek… İstersinde istersin işte. Maskelerinle yaşayamadığın her şeyi, o en korunmasız halinle yaşamak istersin. Nefes alır gibi, doğal akışında, sanki o hisler hep varmış gibi. Ah o maskesizlik nasıl bir şuursuzluktur peki? Yarının yokmuş gibi, yarın o maskelere hiç ihtiyacın olmayacakmış gibi, onlar artık çöpmüş gibi.
Ama öyle olmaz. Hayat!.. Nasıl üzer insanı sonunda, nasıl kırar, nasıl geri alırsın kalbini kanaya kanaya. Ve ağlarsın, zırlarsın, lanet edersin de bir maske seçersin dolabından takarsın yine itinayla. O eski kadın geri gelir bir anda, kendini korumak için maskesini takan, zırhını kuşanan…
Ama ne fark eder? Hikaye burada bitmez ki! Bir gün, hem de hiç ummadığın anda, ummadığın bir yerde, beklide en ıssız hissettiğin zamanda biri gelir ve maskelerini çeker alır yüzünden yeniden…
Ve işte yine o his,
Huzur… Mutluluk… Hafiflik…

8 Mart 2012 Perşembe

Milena'ya Mektuplar


''Sevgili bayan Milena, size Prag'tan sonra Meran'dan yazmıştım. Karşılık vermediniz. Gönderdiğim o pusulacıklara karşılık beklemem yersiz, biliyorum. Yazmadığınıza bakılırsa iyi olmalısınız.''
''Bizler çoğunlukla iyi olduğumuz zaman susarız.''
~ Franz Kafka - Milena'ya Mektuplar

7 Mart 2012 Çarşamba

Usulen..


Herşeyin bir usulu vardır şu hayatta. Yemek yemenin.. Sevmenin... Gitmelerin bile bir usulu olmalı.. Öyle kesin kurallar değil usulen kurallara uymalı insan.. İnsan olduğu için, en azından bir zamanlar sevdiği kişiye duyduğu saygı için onun için uymalı bu kurallara.. Uymalı ki daha fazla incilmesin daha da kırılmasın kalan.. zordur kalan için toparlanmak o krıkları toparlamak.. Zordur sırça sarayı yeniden yapmak..
Herşeyin bir usulu var gitmenin bile.. Gidecekse insan usulen de olsa bi Hoşçakal demeli.. Usulen de olsa demeli...


Kızgınızz...!



''burada, yaşayan en güçlü ve en zeki erkekleri görüyorum. bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor, ya da beyaz yakalı köle olmuş. reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşinde... nefret ettiğimiz işlerde çalışıp, gereksiz şeyler alıyoruz. bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. bir amacımız ya da yerimiz yok. ne büyük savaşı yaşadık, ne de büyük buhranı. bizim savaşımız ruhani bir savaş. en büyük buhranımız hayatlarımız. televizyonla büyürken milyoner film yıldızı ya da rock yıldızı olacağımıza inandık, ama olmayacağız. bunu yavaş yavaş öğreniyoruz. ve bu yüzden çok kızgınız.

Tavan Arası..

Tavan arasına saklasan tüm hüzünlerini,
Güneşe dönsen, daim yüzünü,
Ve ardındaki gölgelere acımasan dahi,
Eskidi deyip bu yaralar, hayata yeniden başlasan...
...



EL-İNSAF


Tüm iyi niyetimi de koysam ortaya,paspas diye basıp geçmekteler.
Destur var mıdır diye soran yok , ibrahim gönlü kırıp geçirmekteler.
Söz ustası değilim desem de, sözün altına buzağı yerleştirmekteler.
Bıktım artık art niyetlilerden, satır satır doğrayacağım cümlesinden.






ZoR OLmasın..!!


"Zor" diye fısıldadı bir peri, "Tüm adımların başındasın"..

Masallara inanmak hep zor geliyordu ya,
Gördüklerine inanmak bu kadar zor olmasındı.."

6 Mart 2012 Salı

Tolstoy...


Eğer düşünmeye vaktin varsa bir şeye başlamadan önce söyleyeceğin sözün değerinin olup olmadığını, söylenmesinin değer mi, değmez mi, söylemek gerekli midir, değil midir, bir kimseye zarar verir mi vermez mi diye düşün.
Sonra söyle.
Önce düşün sonra söyle ve ‘artık yeter’ denilmeden önce dur...
İnsan söz söyleme yeteneği ile hayvandan üstündür, fakat ağzına geleni söyleyerek gevezelik ederse hayvandan aşağı olur... İnsanlar nasıl konuşulması gerektiğinin dersini alırlar, ama en büyük ilim; nasıl ve ne zaman susulması gerektiğini bilmektir...Konuştuğun zaman sözün susmaktan daha değerli ve yüce olmalıdır... tolstoy

5 Mart 2012 Pazartesi

Satır Arası...

"sizin gibi gömleğimin son düğmesi ilikli yaşayamam ben. her şeyi istiyorum, hepsini! boğazına kadar batmayı, baş döndüren zirveleri, ne öldüren ne güldüren, sıradan şeyleri! elbette kibirli yürüyüşüm, kokan ayaklarımla bir kaç ahlakçıyı rahatsız edebilirim. heyhat, hiçbir zaman dillerini şaklatıp sakallarını sıvazlayan ve 'şunu nasıl adam etmeli?' diye soran 'büyük adamlar'dan biri olmayacağım!"

1 Mart 2012 Perşembe

Geçmiş Olsun Evlat!



Her zaman olumsuz olmakla suçlandım. Çamur atma sanatından başka bir şey değildir olumsuzluk. Zayıflıktır bence. " her şey yanlış! her şey yanlış!" demekten başka bir şey değildir. "bu doğru değil!" "o doğru değil!" insanın o anda olup bitene uyum sağlamasına engel olan bir zayıflıktır olumsuzluk. Evet, kesinlikle zayıflıktır, aynı iyimserlik gibi. "güneş parlıyor, kuşlar ötüyor, gülümse." O da palavra. gerçek ikisinin arasında bir yerde yatıyor. Her şey olması gerektiği gibi. Baş etmeye hazır değilsen… Geçmiş olsun evlat.








Düşünce Özgürlüğü!


Ülkemiz realitesinin dayandırıldığı muhafazakârlıktan nemalanan düşünce artık kendisine aykırı gelen her sesi bastırabilmekte. Siyasetin rengi olmalıydı. Ancak onu benimsemeyen bir insan için onun hayatına karşı kara bulut olarak empoze edilmemeliydi. Baştan aşağıya birçok konuda gelişim gösteren bir ülkenin düşünce özgürlüğüne daha fazla önem vermesi gerekir!...

Lanet Olası Televizyon!



''Televizyon denilen bu orospu çocuğunu seyredip sıkıntını dağıtmaya çalıştığında, yalnızca kendini kötü daha da kötü hissediyordun. Bitip tükenmeden birbiri ardına anlamsız yüzler geçiyordu karşından. İçlerinde birkaç tane ünlünün de bulunduğu sonsuz bir aptallar resmi geçidiydi televizyon. Eğlence programları güldürmüyordu, dramalar da dördüncü sınıf şeylerdi.''